4 Ocak 2012 Çarşamba

Kayıp Notlar - 6

Bu aralar Metallica'nın St.Anger albümünden başka albüm dinlemez oldum. Yaşadıklarım bu albümle aramda bir bağ oluşmasına neden oldu. Bu albüm öfkeyle yoğurulmuştu. Onlar ölmedik dedikçe, herkes onların öldüğünü, artık iş görmeyeceklerini söyleyip duruyordu. İnsanlara karşı öfkeliydiler, yapımcılara karşı öfkeliydiler, kendilerine karşı öfkeliydiler. Albümü yaparken bu öfkeyi söz ve müzik olarak kustular. St.Anger Metallica'nın en az beğenilen albümlerinden biri ama şu an onlarla aynı psikolojide olduğumdan benim için en iyi albümlerinden birisi sanırım. Yaptıklarıma, yapamadıklarıma, söylediklerime, söyleyemediklerime, insanlara, Elanor'a, kendime, her şeye karşı öfkeliyim şu anda. Nükleer reaktör yutmuş gibiyim. İçimde inanılmaz bir güç var ama kontrolü aynı derecede çok zor. Kendimi Kanatlı Ölüm gibi hissediyorum. Gücüm içten içe beni eritip yok ediyor.
Yukarıdaki çizimi yapalı yıllar oldu. Şimdilerde o çizimdeki yüzüğü denizin dibinden çıkarmak için robot tasarlamakla uğraşıyorum. Çizimi dün gece şans eseri buldum. Çok derinlerde saklı kalmış bu zamana kadar. O zamanlar çizimi görmesi için kuzenine göndermiştim. Kuzeni sonrasında çizimi ikimize birden yollamış. Altına mesaj olarak ta "O seni çok seviyor" yazmış. Dün gece fark ettim ki hiç olmadığım kadar diplere batmışım. O kadar ki yıllar önce derinlerde kaybolan ve uzun zamandır aradığım resimleri tek bir gecede elimle koymuş gibi buldum. Hepsi öylece duruyor, benim onları bulmamı bekliyorlardı sanki.
İlk altı fotoğraf yaklaşık üç yıl önce çekilmişti. O zamanlar baya zayıfmışım bir de saçlarım henüz dökülmeye başlamamış :) O günü dün gibi hatırlıyorum. Çok güzel bir gündü. Sonraki dört fotoğraf Elanor'un çekimleri. Hoşuma gideceğini düşünüp göndermiş. Fotoğrafları yolladığı mesajın başlığında "küçük bir kızdan..." yazıyordu. Ne kadar ironik değil mi... Geri kalan fotoğraflar da Elanor'un çekimi. Mezuniyetime gelmiş. Ayrıldığımızın diğer bir değişle benim yaptığım aptallığın üstünden daha birkaç ay geçmişti. Henüz yaptığım aptallığın farkında olmadan mezuniyetin tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Ne diyeceğimi bilmiyorum. İçimde onunla ilgili her şeyi yok etmeye çalışıyorum. Ama bu kendimi yok etmekten farksız. Karanlığın ortasında ilerlemeye çalışıyorum. Uzaklarda az da olsa parıldayan hafif titrek bir ışık vardı. Artık o da yok. İçim her geçen gün öfkeyle doluyor. Ben bir şeyleri içime attıkça etraf daha da karanlık oluyor. Onunla ilgili yeni bir şey öğrendikçe kılıcımı tutan elim daha da güçsüz düşüyor. Kimsenin ulaşamayacağı bir noktadayım artık. Belki bir kişi bana ulaşabilirdi ama o bizi geride bırakıp devam etmeyi tercih etti...
Bu yazının bitişini anlam ve öneme yönelik iki yazıyla noktalayacağım. Birincisi Elanor'un mezuniyet andacıma yazdıkları. İkincisini de okuyunca anlarsınız zaten... "İyi ki geldin dünyama. Hoşgeldin... Tam herşey bitti dediğim bir zamanda çıktın karşıma. Eksilerimin artılarımı götürdüğü bir anda birden çoğaldı artılarım.İyi ki geldin dünyama. İyi ki bekledim seni...". "Elflerin ve insanların kraliçesi olarak Aragorn ile birlikte yüz yirmi yıl ihtişam ve saadet içinde yaşadılar; Yine de sonunda Aragorn yaşlılığın yaklaştığını ve uzun da olsa ömrünün sonuna geldiğini hissetti. O zaman Aragorn Arwene şöyle dedi:
Dünyanin en zarifi, en çok sevdiğim akşam yıldızı hanım sonunda dünyam kararıyor. işte! Devşirdik ve devşirdiklerimizi harcadık; artık benim hesap günüm yaklaştı. Arwen onun niyetini gayet iyi biliyordu ve bunu çok öncelerden görmüştü; yine de kederle doldu. Yani efendim, sizin sözünüzle yaşayan halkınızı zamanından önce mi terk edeceksiniz? diye sordu. Zamanindan önce değil, diye cevap verdi Aragorn. Çünkü eğer şimdi gitmezsem, kısa bir süre sonra zorla gitmek durumunda kalacağım. Ayrıca oğlumuz Eldarion artık kral olacak kadar büyüdü. Sonra, sessiz caddedeki kralların evine giderek, kendisi için hazırlanmış olan uzun yatağa uzandı. Burada Eldarion'a veda etti, Ellerine Gondor'un kanatli tacını ve Arnor'un saltanat asasını teslim etti; Bunun üzerine Arwen hariç hepsi yanından ayrıldılar ve o da tek başına yatağının yanında durdu. Bütün irfanına ve soyluluğuna rağmen, biraz daha kalması için ondan istirhamda bulunmaktan kendini alıkoyamadı. O henüz günlerini eskitmemişti ve böylece üstlenmiş olduğu ölümlülüğün acısını da tadıyordu. Undomiel hanım. dedi Aragorn, gerçekten çok zor bir saat ama yine de, artık kimsenin yürümediği Elrond'un bahçesindeki ak huş ağaçlarının altında karşılaştığımız gün yaratılmıştı bugün. Ve Cerin Amroth tepesinde hem gölge, hem de alaca karanlıktan vazgeçtiğimiz gün bu hükmü kabul etmiştik. Kendine bir danış sevgili, ve sor bakalım, kuruyup adamlarımı ve aklımı yitirerek mi düşmemi isterdin tahtımdan. Hayir hanımım, ben Numenor'luların sonuncusuyum, eski günlerin son kralıyım; Bana aynı zamanda Orta Dünya'daki insanlarının ömürlerinin üç katı verildi ama yanı sıra kendi irademle kullanmam ve sonra bu armağanı iade etmem için bir keren ihsan edildi. o yüzden artık uyuyacağım. Seni teselli etmek için konuşmuyorum çünkü dünyanın döngüsü içinde böyle bir acı için teselli yoktur. Önünde nihai bir seçim var: Ya pişman olup limanlara giderek ebede kadar yeşil kalacak ama hiçbir zaman bir hatıradan ileriye gidemeyecek olan anımızı batıya taşırsın; ya da insanların yazgısına tahammül edersin. Hayır sevgili beyim, dedi Arwen, o seçimi çok önce yapmıştım. Artık beni oraya taşıyacak hiçbir gemi yok ve gerçekten de insanların yazgısına tahammül etmeliyim, İster gönüllü ister gönülsüz: Kayıp ve sessizlik. Lakin sana söylemeliyim Numenor kralı, şu ana kadar halkının öyküsünü ve ölümlerini anlayamamıştım. Sefil ahmaklar diye kizardım onlara, ama şimdi acıyorum. eğer gerçekten de, Eldarin deyimiyle tekin insanlara verdiği bir armağansa, gerçektende kabulü zormuş. Öyle görünüyor, dedi Aragorn. Lakin hem gölgeyi hem yüzükü reddettikten sonra son sınavda yıkılmayalım. Hüzünle gitmeliyiz ama yeisle değil. Bak! Sonsuza kadar dünyanın döngüleriyle bağlı değiliz ve bunların ardında hatıradan fazlası var. Elveda!
Estel, Estel! diye ağladı Arwen ve bununla birlikte Aragorn daha onun elini tutup öperken uykuya daldı. Sonra içinden çok büyük bir güzellik çıktı ortaya, Öyle ki sonradan gelen herkes hayretle baktı; Çünkü gençliğinin zarafetinin, olgunluğunun, yiğitliğinin ve yaşlılığının bilgeliği ve haşmetinin hep birbirine karıştığını gördüler. Ve uzun süre yattı orada; İnsanların krallarının nurunun bir sureti olarak dünyanın parçalanmasindan önce solmayan bir şan içerisinde. Fakat Arwen evden ayrıldı; gözlerindeki ışık sönmüştü ve halkına, yıldızsız bir gecede çöken bir akşam gibi soğumuş ve grileşmiş görünüyordu. Sonra Eldarion'a, kızlarına ve sevdiği herkese veda ederek, Minas Tirith şehrinden ayrıldı, Lorien ülkesine gitti ve kış gelinceye kadar solan ağaçlar atında tek başina yaşadı. Galadriel göçüp gitmişti, Celeborn da yoktu, ülke sessizdi. Orada, sonunda mallorn yaprakları dökülürken ve henüz bahar gelmeden dinlenmek için Cerin Amroth'a uzandı ve orada durur yeşil kabri, dünya değişinceye ve yaşamının tüm günleri ondan sonra gelen insanlar tarafından tamamen unutuluncaya kadar. Ve denizin doğusunda artık elanor ve niphredil hiç çiçek açmaz. Bu öykü güneyden bize geldiği kadarıyla burada bitmiştir; akşam yıldızının solmasından sonra artık bu kitapta eski günler hakkında bir şey söylenmez..."

















17 Aralık 2011 Cumartesi

Kayıp Notlar - 5


Saat sabahın 5'i. Havada tatlı bir soğuk var. İskelede oturmuş otobüsümü bekliyorum. En azından birkaç gün kafa dinlemek için ailemin yanına gidiyorum. Yapacağım şeyin karşısında aileme sığınmak işe yarayacak mı bilmiyorum ama denemeye değer. Yanımda birilerinin olmasını istiyorum. Otobüsü beklerken yanıma bir kız oturdu. Bana ateşim olup olmadığımı sordu. Benden olumsuz cevap alınca başka bir yerden ateş buldu. Bir süre sonra sohbet etmeye başladık. Bu yazıları kaç kişinin okuyacağını bilmediğimden ve gizlilik ilkelerine saygımdan adını burada yazmayacağım. Kız Çanakkale'de yaşamaya başladığı için erkek arkadaşı tarafından terk edilmişti. O da sadece onun karşısına dikilmek için sabahın 6'sında şehir dışından gelen misafirini evde bırakıp ilk otobüse yetişmek için taksiye atlamış. Tüm bu çılgınlıkları yapmasındaki sebebi tek bir kelimeyle açıkladı. "Seviyorum" dedi. Çocuğun kötü yanlarından bahsetti durdu. Ama yine de seviyorum dedi. Alkolün de etkisiyle "seviyorum" kelimesini biraz fazla kullanıyordu ama yine de ona imrendim. Her ne olursa olsun duyguları için mücadele ediyordu. Bense tek başıma yaptığım boş mücadeleyi sonlandırmak için her şeyi yok etmeye gidiyordum. Yolun sonlarına doğru kız alkolün etkisinden çıkmaya ve benim gibi her şeyi yok etmeye gidiyordu...

Evet doğru duydun. Her şeyi yok etmeye gidiyorum. Cesaretini yitirmiş birisini sonsuza dek bekleyebilirim. Cesaretini yeniden kazanması için elimden geleni yaparım ama inancını yitirmiş biri için elimden bir şey gelmez. Başkaları cesaretini kırabilir hatta cesaretini tarihe gömebilir ama sen izin vermedikçe kimse inancını yok edemez. Yeri geldi senden nefret ettim. Yeri geldi senden tiksindim. Yeri geldi şimdi olduğu gibi sana deliler gibi aşk besledim. Ama asla inancımı yitirmedim. Artık yapmayacağım. Başkasının kollarındayken aşkımızdan bahsetmeni dinlemeyeceğim. Seni içimden çıkarmak canımı yakacak ama senin inançsız halini izlemek kadar yakmayacağından eminim. Bana verdiğin o unutulmaz doğum günü hediyesinden sonra senden nefret etmek istedim. Dünyadaki hiçbir şeyden etmediğim kadar çok nefret etmek istedim senden. Ama sonrasında hala yıllardır yaptığım şeyi yapmaya çalıştığımı fark ettim. Nefret de bir duygu. Aşkın gölgesi gibi bir şey nefret. İstediğim bu değil. İstediğim yok etmek. Her şeyi yok etmek. Hayallerimizi, anılarımızı, çocuklarımızı koyduğumuz o şehri yerle bir edeceğim. Aramızda yıllardır yok edemediğim o bağı yok edeceğim. Başarır mıyım bilmiyorum ama bunun için her saniye mücadele edeceğim. Uğruna kendimi yok etmem gerekse bile o bağı yok edeceğim. Muhtemelen de öyle olacak ama umurumda değil. Umurumda olan tek şey o bağı yok etmek.

Dün gece yatmadan önce kucağında yeni doğan yeğeninle çekildiğin fotoğrafı gördüm. Yıllardır hayalini kurduğum sahneyi gözlerimin önünde gördüm. Bütün gece ağladım durdum artık yalan olan bir hayal için. Bundan sonraki her günüm ve gecem bunun gibi güzel hayallerimizi ve anılarımızı yok etmekle geçecek. Elveda sevdiğim. Elveda aşkım. Elveda kelebeğim. Elveda Elanor'um...

30 Kasım 2011 Çarşamba

Kayıp Notlar - 4

"...Saat beşi geçmişti. Hava iyice kararmıştı. İkimiz birlikte dershaneden çıkmıştık. Birlikte yürümeye başladık yavaş adımlarla. Daha yüz metre gitmemiştik ki dayınla karşılaştık. Sonrasında yürümeye devam ettik. Seninle konuşmak ve birlikte o karanlıkta yürümek çok güzeldi. İkimizle ilgili en çok özlediğim şeylerin başında geliyor bu. Bir süre daha yürüdükten sonra yine yol ayrımına gelmiştik. Vedalaşırken yanağıma bir öpücük kondurdun. Daha önce hiç öyle bir şey hissetmedim. Sanki vücudumdaki her hücreye ayrı ayrı elektrik veriliyordu. Eve nasıl gittiğimi hala hatırlamıyorum. Eve vardıktan sonra hızlı bir şekilde akşam yemeğimi yedim. Akşam yemekten sonra Oğuz'la Orion'da buluşup andaç notlarını temize geçecektik. Oğuzla kafede buluştuk ve notları temize geçirmeye başladık. Kimse bizi rahatsız etmesin diye yirmi dört numaralı bilgisayara geçmiştik. Tam çalışmaya başlamıştık ki sen çevirimiçi oldun. Oğuz'a dönüp bir an baktım sadece. Durumu direkt anladı ve "Tamam ulen tamam yazının acelesi yok konuş sen" dedi. Dayın bizi ispiyonlamıştı. Sen de annenle kavga etmiştin. Annenle barışman için sana baskı yaptım. Sen de beni kırmayıp annenle barıştın. Sonrasında uzun bir sohbet başladı. Laf lafı açtı durdu. Ve ben konuşmaya başladım. Sana içimden geçenleri söyledim. Sen bir an sapıttın. Sonra birden çevirimdışı oldun. İçimden "Hayır! Lütfen gitme!" diye bağırasım geldi. Sonrasında yeniden çevirimiçi oldun. Gözlerinden yaş akmıştı ama gülüyordun. Güldüğünü gördüğüm an "İşte başlıyoruz" dedim. Ve böylece eşsiz bir masalın ilk adımını attık birlikte. Kafe kapanmak üzere olduğu için internetten çıkmıştım. Yüzümde anlamsız bir sırıtma vardı. Oğuz ikide bir "Pişmiş kelle gibi gülme len diyordu". Otobüse binmeden önceki son sözü de bu olmuştu. "Eve böyle pişmiş kelle gibi gitme hemen farkederler" dedi. Eve vardığımda sırıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Bir süre bizimkilerle oturup bir yandan telefonda seninle mesajlaştım. O zamanlar operatörlerin şimdiki gibi kampanyaları olmadığından fazla mesajlaşamamıştık. Sonrasında huzur içinde yatağıma doğru gittim. Bir an önce sabah olmasını ve yanına gelmeyi istiyordum. Yastığa başımı koydum ve hiç olmadığım kadar mutlu bir şekilde uykuya daldım..."

Tam beş yıl geçti bu hikayenin üstünden. Bir çok şey değişti. Birbirimizin canını çok yaktık. Başkalarının canını çok yaktık. O zamandan bu zamana değişmeyen tek bir şey sana olan sevgimdi. Hala ilk günkü gibi seviyorum seni hatta daha fazla. Bu günü seninle kutlamayı  çok isterdim ama şu halime bak. Elimde sigaram, önümde beşinci yıl dönümü pastamız, bilgisayarda beni ölmeden mezara sokan bir şarkıyla bir başıma yıl dönümümüzü kutluyorum. Sen başka diyarlar göç ettin. Beni bu karanlıkta yalnız bıraktın. Evet ilk yalnız bırakan bendim. Ne diyebilirim ki genç ve salaktım. Hayatımda bir kez korktum ve hayatımın en büyük hatalarından birini yaptım. Bir hatanın bedeli bu kadar büyük mü olmalı? Her neyse. Yıllardır bu soruyu sorup diyorum zaten. Bu önemli bir gece. Sözde kutlamamıza devam etmeliyim. Bir yandan sigaramı tüttürüp diğer yandan pastamızdan güzel bir dilim alıp yemeliyim. Hatalarımdan  yaptığım pastayı yiyorum bu gece. Yanında içecek olarak akıttığım masumların kanını içiyorum. İyi geceler sevdiğim. Beşinci yıl dönümümüz kutlu olsun...

25 Kasım 2011 Cuma

Kayıp Notlar - 3

Gece karanlık. Ölüm atına binmiş karanlığı sürüyor yavaş yavaş. Acelesi yok. O'ndan kim kaçabilir ki? Sokaklar bomboş. İnsanlar kendilerini evlerine kilitlemiş. Herkesin kapısında garip semboller var. Ölüm'ü durdurur umuduyla insanlar duydukları tüm saçmalıkları çizmişler kapılarına umutsuzca. Herkes evinin bir köşesine sinmiş Ölüm onlara uğramasın diye bildiği tüm duaları okuyordu. Biri hariç... Bir kişi her şeyi kabullenmişti. O geceyi sağ atlatamayacağını biliyordu. Ne kapısında o saçma semboller vardı ne de diğer insanlar gibi çaresizlikten Tanrı'ya sığınıyordu. Gecenin karanlığında perdesinin arasından sokağı izliyordu. Ölüm dışında bir şey görmeyi ummuyordu ama yine de izlemeye devam ediyordu. Geceye insanın içini ürperten bir sessizlik eşlik ediyordu. Adam karanlık sokağı izlerken bir anda gözleri fal taşı gibi açıldı. İlk önce gördüklerine inanamadı. Hayal gördüğünü yada Ölüm'ün bir oyunu olduğunu düşündü ama gördükleri gayet gerçekti. Dışarıda Ölüm'e aldırmadan gezen bir kadın ve bir erkek vardı. Birbirlerine aldırmadan karanlık sokaklarda birer hayalet gibi geziyorlardı. Adam çok şaşırmıştı. Kendisi bu gece öleceğini kabullenmesine rağmen dışarı çıkamıyordu. Bu ikisi dışarıda gezecek cesareti nereden buluyorlardı. Tam o sırada adam kıyametin sesini duydu. Evinin kapısı bir anda yerle bir oldu. Adam ne olduğunu anlayamadı. Kendini can havliyle kapıdan uzağa attı. Yere kapaklanan adam yavaşça kapıya döndü ve tüm ihtişamıyla Ölüm'ü gördü. Ölüm atının üzerinden adama iyice baktı sonra derinlerden gelen bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Bütün şehir bu gece benden kurtulmak için akıllarına gelen her yola başvurdular. Ama sen bu gece öleceğini kabullendin. Ölümü çok az insan kabullenebilir. Bu yüzden sana bir istisna göstereceğim. Bana istediğin herhangi bir soruyu sorabilirsin. Karşılığında cevabını alacaksın.". Adam bir an dondu kaldı. Şaşkınlığını üstünden attıktan sonra yavaşça yerden kalktı. Ölüm'ün gözlerine bakarak konuşmaya başladı. "Tek bir şey bilmek istiyorum. Dışarıda gezen o kadınla, erkeğin canını neden almadın?". Ölüm başını pencereye doğru çevirdi ve eliyle basit bir hareket yaptı. Hareketi yapmasıyla pencerenin önündeki perdeler sonuna kadar açıldı. Kadınla erkek hala dışarıda boş boş geziyorlardı. "Uzun zaman önce o ikisi birbirlerine deliler gibi aşıktılar. Birbirlerini ölümüne seviyorlardı. Birlikte mutlu bir hayatları vardı ama bir süre sonra erkek karanlığa yenik düştü. Sonrasında aynı karanlığa kadın yenik düştü. Birbirlerine zaman içinde öyle şeyler yaptılar ki hepsi de ölümden beterdi. Onlar bu dünyada ölümden beter şeyleri yaşattılar birbirlerine. Onların canını almamın hiçbir anlamı yok.". Adam bu hikaye karşısında hüzünlenmişti. Birazdan öleceğini unutmuş bir halde penceresinden onlara bakıyordu. "Cevabını aldın. Hazır mısın?" dedi Ölüm. Adam yavaşça tekrar Ölüm'e döndü. Derin bir nefes aldı ve "Hazırım." dedi. Ölüm yavaşça adama yaklaştı ve parmağının ucuyla adamın kalbinin tam üstüne bir kez dokunuverdi sadece. Adamın gözleri yavaşça kararmaya başladı. Karanlık gözlerini tamamen ele geçirmeden hemen önce aklında tek bir şey vardı. Dışarıda gezen kadınla erkeğin acıklı hikayesi...

24 Kasım 2011 Perşembe

Kayıp Notlar - 2

Söyleyecek o kadar çok şey var ki aslında. İçimdekileri yazsam cilt cilt kitaplar çıkar. Ama bir yandan da arka arkaya iki cümle kurmak bile tam bir işkence. Kelimeler anlatmaya yetmiyor içimdekileri.
Her anımda sen varsın aptal kız. Her uyanışımda, her yemek yiyişimde, her su içişimde, her uyuyuşumda, her rüyamda, her kabusumda sen varsın. Aptalsın. Her şeyi mahvettin aptal kız. Sana çok kızgınım ama yine de seni hiç kimseyi sevmediğim kadar seviyorum. Seni o kadar özlüyorum ki. Senden geriye kala kala son mektubun, bir tel saç telin ve ikimizin de masum olduğu dönemden iki fotoğraf kaldı. Celladına aşık bir idam mahkumuyum. Dönmeyeceğini bile bile dönmeni bekliyorum. Güçlüyüm ama sensizim be aptalım. Günler sensiz geçiyor ama yine de bir şekilde ayaktayım. Bu aralar günleri sayıyorum. Kasım'ı Aralık'a bağlamaya az kaldı...

22 Kasım 2011 Salı

Kayıp Notlar - 1

Hayat çok değişken. Hatta şu an tahtamda duran bol değişkenli fizik formülünden bile daha değişken. Her şey bir anda değişiveriyor. Bundan birkaç ay önce tüm hislerini kaybetmiş, güçsüz düşmüş bir haldeydim adeta. Şimdi ise hiç olmadığı kadar derin ve güçlü duygulara sahibim. Evet hissettiğim duygunun büyük bir bölümü acı ama acıyı hissetmeyi bile özlemişim. Ama fark ettim ki benim devrim geçeli uzun zaman olmuş. Eskiden beri inandığım tek bir şey vardı. Sevgi her şeyi aşar. Hiçbir engel onu durduramaz. Yıllarca aksini gösteren şeyler yaşasam da bu inancımı asla kaybetmedim. Peki ya beni buna inandıran insanların başında gelen birisi bu inancını yitirmişse o zaman ne yapmalıyım?
Yaşamlarımız farklı, dünyalarımız farklı, mezheplerimiz farklı, tuttuğumuz takımlar farklı farklı farklı. Devam etsem bu liste birkaç sayfayı geçerdi sanırım. Her insanın bir yada birden fazla yeteneği vardır ama tüm insanlığın tek bir ortak yeteneği vardır o da saçmalamak. Dünya'nın en paha biçilmez mücevheri iki insanın birbirini sevmesi, birbirine aşık olması. Ama biz bunun kıymetini bilmek yerine böyle saçma sapan nedenler ortaya atıp duruyoruz. Düşündükçe içime oturuyor bu durum. Daha da çok içime oturan ise bu saçmalıklarla karşıma hiç beklemediğim birinin çıkması. Dünyalarımız farklıymış. Hadi oradan be salak! Şu ana kadar kelimeler sana karşı olan sevgimi ve aşkımı anlatmaya yetersiz kalıyordu. Artık sana olan kızgınlığımı da anlatmaya yetersiz kalıyorlar. Görüyorum ki her şeyi mahvetmekte benden kalır yönün yok. Neyse işte uzun lafın kısası topluca saçmalıyoruz. Uzun zamandır söylenen bir şey var. Eski sevgilerin ve aşkların geçmişte kaldığını söylüyor herkes. Suçu da modern çağa ve gelişen teknolojiye atıyorlar. Hiç teknolojiyi yada diğer şeyleri suçlamayacağım. Baş suçluyu görmek istiyorsan o aptal bilgisayarın başından kalk ve aynaya bak. Evet sen! Sen de suçlulardan birisin. Binlerce yıl geçti ama ne ataların ne de sen yok etmekten asla vazgeçmediniz. Birbirimizi öldürdük durduk. Bununla kendimizi tatmin etmedik ve duygularımızı, hislerimizi öldürmeye başladık. Hepimiz birer katiliz. Hepimiz ellerimiz kana bulanmış bir halde katil kim diye yakınıyoruz ellerimizdeki kanı görmezden gelerek...

12 Şubat 2011 Cumartesi

Fade to Black...

Fade to Black Metallica'nın tarihindeki en garip şarkılarından birisi kuşkusuz. Şarkı ortaya çıktıktan bir süre sonra onlarca genç intihar ettikten sonra arkalarında son sözleri olarak bu şarkının sözlerini bırakmıştı. Bu yüzden bu şarkı kimi kesim tarafından Dünya'nın en çok intihar ettiren şarkısı olarak geçer. Açıkçası bir zamanlar beni de etkisine almıştı. Hatta arkadaşlarım bir süre bu şarkıyı dinlememi yasaklamışlardı...
----------------------------------
Life it seems, will fade away
Drifting further every day
Getting lost within myself
Nothing matters no one else
I have lost the will to live
Simply nothing more to give
There is nothing more for me
Need the end to set me free

Things are not what they used to be
Missing one inside of me
Deathly lost, this can't be real
Cannot stand this hell I feel
Emptiness is filling me
To the point of agony
Growing darkness taking dawn
I was me, but now He's gone

No one but me can save myself, but it's too late
Now I can't think, think why I should even try

Yesterday seems as though it never existed
Death greets me warm, now I will just say good-bye
--------------------------------------------------------------
Yaşam öyle görünüyor ki solacak
Gün be gün uzaklaşarak
İçimde kaybolarak
Hiçbir şey önemli değil , hiç kimse
Yaşama isteğimi yitirdim
Kalmadı verecek şeyim
Benim için dahası yok
Beni özgür kılacak sona ihtiyacım var
Hiçbir şey eskisi gibi değil
İçimden bir şeyler kaybolup gidiyor
Ölümcül kayıp , gerçek olamaz bu
Hissettiğim cehenneme dayanamıyorum
Boşluk dolduruyor içimi
Keder noktasına dek
Büyüyen karanlık yutuyor şafağı
Ben bendim , ama o gitti şimdi
Sadece ben kurtarabilirim kendimi , ama çok geç
Düşünemiyorum artık niçin denemem gerektiğini bile
Dün hiç olmamış gibi görünüyor
Ölüm sıcak karşılıyor beni , sadece elveda diyeceğim şimdi...